
Müminler ise, Allah'ın dünya hayatında kendileri için yarattığı zorlukların birer imtihan olduğunu bilirler. Bu denemelerin, salih Müslümanlar ile "kalplerinde hastalık bulunan" ve samimi olarak iman etmeyen kişilerin ayrılması için özel olarak yaratıldığının farkındadırlar. Çünkü Allah Müslümanları mutlaka deneyeceğini ve doğru olanlarla olmayanları birbirinden ayırt edeceğini Kuran'da şöyle vaat etmiştir:
Yoksa siz, Allah, içinizden cehd edenleri (çaba harcayanları) belirtip-ayırt etmeden ve sabredenleri de belirtip-ayırt etmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? (Al-i İmran Suresi, 142)
Allah, murdar olanı, temiz olandan ayırdedinceye kadar müminleri, sizin kendisi üzerinde bulunduğunuz durumda bırakacak değildir… (Al-i İmran Suresi, 179)
Bu konuyla ilgili olarak Kuran'da, Peygamberimiz (sav) döneminde yaşanan şöyle bir olay örnek verilmiştir:
İki topluluğun karşı karşıya geldiği gün, size isabet eden ancak Allah'ın izniyle idi. (Bu, Allah'ın) mü'minleri ayırdetmesi; Münafıklık yapanları da belirtmesi içindi… (Al-i İmran Suresi, 166-167)
Yukarıdaki ayetler aslında şu ana kadar söz ettiğimiz konuyu açıklamaktadır.
Peygamberimiz (sav) döneminde Müslümanlar zorlu ortamlarla karşılaşmış, zahiren birtakım sıkıntılar çekmişlerdir. Zahiren müminler zorlu bir mücadele içinde gibi gözükmektedirler. Ancak ayetlerde bildirildiği gibi, bu olay da Allah'ın izniyle gerçekleşmiş ve müminlere zarar vermeye çalışan münafıkların ortaya çıkmasına vesile olmuştur. Yani sonucu, müminler için -her zaman olduğu gibi- hayra dönmüştür.
Müminler, bu ayetlerde haber verilen gerçekleri bildikleri için kötü gibi görünen bir olayı ya da zorluk anını, samimiyetlerini, Yüce Allah'a olan bağlılıklarını ve tevekküllerini göstermek için güzel bir fırsat olarak değerlendirirler. Dünyada hem zorluklarla hem de nimetlerle denendiklerini asla akıllarından çıkarmazlar. Bu güzel ahlaklarının ve teslimiyetlerinin bir sonucu olarak Allah kötü gibi görünen olayları ve zorlukları salih kullarının lehine çevirir.
İlerleyen sayfalarda insanların günlük yaşamlarında karşılaşabilecekleri bazı zorluklardan, dünya hayatına has denemelerden bahsedilecektir. Amaç, inananlar için zorluk gibi görünen olayların ardında gizli olan hayırları, dünyada ve ahirette zorluklara sabretmenin müminlere getireceği güzellikleri ve nimetleri hatırlatmaktır.
Mallardan Eksiltme ile Denenme
İnsanların birçoğunun yaşamlarındaki en önemli amaçlardan biri, mal, mülk zenginliğine sahip olabilmektir. Yaşamlarında çok önemli bir yer teşkil eden bu hedefe ulaşabilmek için her yolu dener, hiçbir şeyden çekinmezler. İnsanların mala verdikleri bu değer Kuran'da "tutkulu şehvet" ve "dünya hayatının çekici süsü" olarak tanımlanmıştır. Ayetlerde şöyle buyrulur:
Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara süslü ve çekici kılındı. Bunlar, dünya hayatının metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah Katında olandır. (Al-i İmran Suresi, 14)
Mal ve çocuklar, dünya hayatının çekici süsüdür; sürekli olan salih davranışlar ise Rabbinin Katında sevap bakımından daha hayırlıdır, umut etmek bakımından da daha hayırlıdır. (Kehf Suresi, 46)
Allah bir başka ayetinde ise din ahlakından uzak yaşayan insanlar için, "Malı 'bir yığma tutkusu ve hırsıyla' seviyorsunuz" (Fecr Suresi, 20) şeklinde bildirmektedir. Bu ayetten de anlaşıldığı gibi cahiliye toplumu insanları mal sahibi olma konusunda bir hırs içerisindedirler. Çünkü mal ve mülk zenginliği, din ahlakını temel almayan toplumlar için, üstünlüğü ifade eden çok önemli bir özelliktir. Bu yanlış modelde, malı olana saygı duyulur, hürmet gösterilir ve değer verilir. İnsanlar istedikleri zenginliği elde ettiklerinde çok büyük bir güce sahip olduklarını düşünürler. Bu bakımdan herkesin en öncelikli isteklerinden biri, çok fazla zenginliğe sahip olmaktır.
Cahiliye insanlarının mala ve zenginliğe bu kadar düşkün olmaları, hayatları boyunca sahip olduklarını kaybetme korkusunu da beraberinde getirir. Bu çarpık mantığa ve anlayışa sahip olan bazı insanlar, malları bir sebepten dolayı ellerinden alınırsa tamamen umutsuzluğa düşer ve Allah'a karşı isyankar bir tavır gösterirler. Mallarının eksilmesinin aslında bir deneme olduğundan tamamen gaflette oldukları için, büyük bir zarara uğramanın üzüntüsünü yaşarlar.
Oysa Allah Kuran'da, iman eden kullarına ellerinden çıkanlar için üzüntü duymamalarını ve kendilerine verdiği nimetler dolayısıyla da sevinip şımarmamalarını emretmiştir. (Hadid Suresi, 23) Allah, ayetlerinde insanları itidalli olmaya ve güzel ahlaka çağırmaktadır. Bir insanın mal ve mülkü arttığında şımarması, eksildiğinde ise ümitsizliğe kapılması Allah'a karşı nankörlük olur.
Fakat olayları kendi çarpık anlayışlarına göre değerlendiren cahiliye toplumu insanları mal kaybında duyulan üzüntüyü doğal karşılarlar. Örneğin bir kişinin hayatı boyunca çalışıp sahip olduğu serveti bir doğal afet nedeniyle birkaç saniyede elinden alınabilir. Ya da uzun süre para biriktirip aldığı güzel bir ev, kısa süren bir yangından dolayı kullanılamayacak hale gelebilir. Dünya hayatının bir deneme mekanı olduğunun ve böyle bir olay ile imtihan edildiğinin bilincinde olmayan insan, malı bir anda elinden alındığında neye uğradığını şaşırır, olumsuz ve isyankar bir ahlak gösterir.
Din ahlakından uzak insanlar mal kaybını bu bozuk bakış açısıyla değerlendirdikleri için, bu olayın hayırlı ve iyi bir yönü olamayacağını düşünürler. Nitekim bu bakış açıları ve Allah'a karşı gösterdikleri tevekkülsüzlük nedeniyle, gerçekten de bu olay kendi aleyhlerinde olur.
Oysa hayır gözüyle bakan insanlar için durum tamamen farklıdır. Mülklerini yitirmelerinin o anda bilmedikleri pek çok hikmetleri ve hayırları bulunmaktadır. Belki de Allah, bu vesile ile zenginlikten şımarmış ve büyüklük hissi duyarak dünya hayatının geçici heveslerine kapılmış olan kullarına bir hatırlatma yapmaktadır. Onlara, bütün gücün Kendisi'ne ait olduğunu ve sadece Kendisi'ne rağbet etmeleri gerektiğini hatırlatmaktadır. Veya o zor anda sabreden, tevekkül eden kullarına dünyada ve ahirette daha güzeliyle karşılık vererek onlar için bilmedikleri hayırlı bir gelecek belirlemiş olabilir. Dünya hayatının geçici ve zahiri menfaatleri yerine sonsuz olan ahiret hayatındaki sayısız nimetleri onlara verebilir, ki dünyanın geçici nimetleri ile ahiretin sonsuz nimetleri arasında bir kıyas yapıldığında sonsuz ahiret nimetlerinin daha hayırlı olduğu son derece açıktır.
Bu tarz olayların dünyaya yönelik de pek çok hayrı bulunabilir. Örneğin bir insan yeni satın aldığı arabasıyla kaza geçirse ve araba ağır hasar görse bile bunda muhakkak bir hayır vardır. Allah, belki de bu insanı daha büyük bir kazadan ya da başına gelebilecek kötü bir olaydan korumuştur. Vicdanlı bir insan başına gelen bu olayı bir uyarı, bir hatırlatma olarak algılayıp bağışlanma diler ve Allah'ın yarattığı kadere kayıtsız şartsız teslimiyet gösterir.
"Olur ki Sevdiğiniz Şey
Sizin İçin Bir Şerdir"
Bakara Suresi'nin 216. ayetinde Allah, "şer" olarak görülen bazı şeylerin insanlar için hayır getirebileceğini haber vermiştir. Ancak aynı ayette bunun yanı sıra insanların sevdiği şeylerin kendileri için "şer" olabileceği de haber verilmiştir. Kuran'da bu konuyla ilgili verilen bir örnek, cimrilik yapan zengin inkarcıların konumlarıdır. İnkarcıların, cimriliği, halk arasındaki tabiriyle "uyanıklık" zannetmeleri ve Allah yolunda kullanmadıkları zenginliklerinin kendileri için bir fayda getireceğini sanmaları çok büyük bir gaflettir. Çünkü Allah, böyle bir zenginliğin, sahipleri için "şer" olduğunu ve ahirette kendilerine azap nedeni olacağını Kuran'da bildirmiştir:
Allah'ın bol ihsanından kendilerine verdiği şeylerde cimrilik edenler, bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Hayır; bu, onlar için şerdir. Kıyamet günü cimrilik ettikleriyle tasmalandırılacaklardır... (Al-i İmran Suresi, 180)
Kasas Suresi'nde de, Allah'ın kendisine büyük bir zenginlik verdiği, fakat bu nedenle şımarıklığa kapılan ve azgınlaşan Karun'un kıssası anlatılmaktadır. Kendisine yapılan uyarıları dinlememesi nedeniyle helak edilen Karun'un durumu, insanlar için ibret teşkil etmektedir. Karun'un durumu Kuran'da şöyle haber verilmektedir:
… Biz, ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarları, birlikte (taşımaya) davranan güçlü bir topluluğa ağır geliyordu. Hani kavmi ona demişti ki: "Şımararak sevinme, çünkü Allah, şımararak sevince kapılanları sevmez. Allah'ın sana verdiğiyle ahiret yurdunu ara, dünyadan da kendi payını (nasibini) unutma. Allah'ın sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsanda bulun ve yeryüzünde bozgunculuk arama. Çünkü Allah, bozgunculuk yapanları sevmez." Dedi ki: "Bu, bende olan bir bilgi dolayısıyla bana verilmiştir." Bilmez mi, ki gerçekten Allah, kendisinden önceki nesillerden kuvvet bakımından kendisinden daha güçlü ve insan-sayısı bakımından daha çok olan kimseleri yıkıma uğratmıştır. Suçlu-günahkarlardan kendi günahları sorulmaz. (Kasas Suresi, 76-78)
Ayetlerde bildirildiği gibi, Karun sahip olduğu zenginliğin kendisine hayır getireceğini zannetmiş ve elindekilerle şımarıklığa kapılmış ve büyüklenmiştir. Ancak sonunda hüsrana uğramıştır.
Müminlerin ise "malı-mülkü" değerlendiriş şekli buraya kadar anlatılan bozuk cahiliye anlayışından tamamen farklıdır. Kuran'da emredildiği gibi davranan bir mümin için mülk sahibi olmak hayatında çok önemli bir yer tutmaz.
Mal tutkusu, yığma hırsı gibi cahiliyeye özgü davranışların hiçbiri müminlerin üstün ahlakında görülmez. Çünkü mümin tüm yaşamını Allah'ın rızasını kazanmaya adamıştır. Bu sebepten dolayı mallarını da Allah yolunda kullanır ve nefsinin bencil tutkularına asla kapılmaz; dünyevi çıkarlara değil, her zaman ahirette kazanacağı güzelliklere yönelir. İşte böyle hereket eden müminler Allah Katında üstün kılınmışlardır. Ve Allah onları Kuran'da şöyle müjdelemektedir:
Hiç şüphesiz Allah, müminlerden karşılığında onlara mutlaka cenneti vermek üzere, canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler; (bu,) Tevrat'ta, İncil'de ve Kuran'da O'nun üzerine gerçek olan bir vaaddir. Allah'tan daha çok ahdine vefa gösterecek kimdir? Şu halde yaptığınız bu alış verişten dolayı sevinip müjdeleşiniz. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur. (Tevbe Suresi, 111)
Bu gerçeğin farkında olan peygamberler, elçiler, salih müminler tarih boyunca kendilerine nimet olarak verilen malın aslında Rabbimiz Allah'a ait olduğunu bilerek hareket etmişler; tüm servetlerini ve zenginliklerini Allah'ı razı edeceklerini umdukları şekilde kullanmışlardır. Örneğin, ayette belirtildiği üzere müminler, "... mala olan sevgilerine rağmen onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere" (Bakara Suresi, 177) verecek bir ahlaka ve merhamete sahiptirler. Ayrıca müminler bazı insanların yaptığı gibi gösteriş olarak değil, tam tersine "... yalnızca Allah'ın rızasını kazanmak ve imanlarını kökleştirip-güçlendirmek için" (Bakara Suresi, 265) infak ederler . Dolayısıyla mallarından bir eksilme olduğu zaman da cahiliyenin tepkilerinin tam tersi olarak, bunun Allah'ın bir imtihanı olduğunun bilincinde hareket ederler, sabrederler ve hayır gözüyle bakarlar. İnananların böyle bir durumda nasıl bir tavır gösterdikleri Kuran'da şöyle bildirilmiştir:
De ki: "Ey mülkün sahibi Allah'ım, dilediğine mülkü verirsin ve dilediğinden mülkü çekip-alırsın, dilediğini aziz kılar, dilediğini alçaltırsın; hayır Senin elindedir. Gerçekten Sen, herşeye güç yetirensin." (Al-i İmran Suresi, 26)
Sonuçta, inananlar çok iyi bilirler ki inkarcıların malları onlara dünyada hayır değil, tam aksine bir azap konusu olacaktır. Bu, Yüce Allah'ın vaadidir. Ayette şöyle buyrulmaktadır:
Şu halde onların malları ve çocukları seni imrendirmesin. Allah bunlarla ancak onları dünya hayatında azablandırmak ve canlarının inkar içindeyken zorlukla çıkmasını ister. (Tevbe Suresi, 55)
Hastalıkların Ardındaki Gizli Hikmetler
Cahiliye toplumu insanları sürekli olarak gelecekleri için planlar yapar ve bu planlarının her zaman kendi tasarladıkları şekilde gelişmesini beklerler. Bu yüzden de ani gelen bir hastalık veya beklenmedik bir kaza ile karşılaştıklarında bir anda tüm yaşamları alt üst olur. Çünkü yaptıkları planlar içinde hastalık veya kaza gibi bir olaya hiç yer vermemişlerdir. Hatta birçoğu, sağlıklı bir bedene sahipken -her gün binlerce kişinin başına gelebilen- bu tarz olaylarla karşı karşıya gelebileceğini düşünmemiştir bile.
Bu yüzden de cahiliye insanları böyle bir durum oluştuğunda hemen isyankar bir tutum içine girerler. "Niye benim başıma böyle bir olay geldi?" gibi kader gerçeğine son derece ters bir davranış gösterirler. Bu mantıkla hareket eden, din ahlakından uzak yaşayan insanlar için bir hastalık veya kaza anında tevekkül etmek ya da karşılaştıkları olaya hayır gözüyle bakmak mümkün değildir.
Kader gerçeğini kavrayamamış olan bu insanlar, başlarına gelen bir hastalığın sebebi olarak yalnızca virüsleri veya mikropları görürler. Yine aynı şekilde bir trafik kazası geçirdiklerinde, bunun tek sebebinin kötü araba kullanan bir insan olduğunu zannederler. Halbuki gerçek böyle değildir. Hastalığa sebep olan her mikroorganizma veya insana zarar veren her araç, her insan Allah'ın sebep olarak yarattığı varlıklardır. Ve bu varlıkların hiçbiri başıboş değildir; tümü ancak ve ancak Allah'ın kontrolü ile hareket etmektedirler. Eğer bir virüs yüzünden bir insan ağır bir hastalığa yakalanıyorsa, bu, Yüce Allah'ın bilgisi dahilindedir. Eğer bir araba bir insana çarpıp onu sakat bırakıyorsa, bu da Allah'ın yarattığı kadere tabi bir olaydır. Bir insan ne yaparsa yapsın bunları değiştiremez; kaderinden tek bir anı çekip çıkaramaz. Çünkü kader bir bütün olarak yaratılır. Ve sonsuz kudret sahibi Allah'a teslim olan, O'nun sonsuz aklına ve rahmetine güvenip dayanan insan için hastalık da, kaza da, diğer musibet gibi görünen olaylar da sonu hayırla bitecek geçici imtihanlardır. Önemli olan, Allah'a iman eden, O'nun yaratmış olduğu kadere teslim olan insanların bu tür zorluk ve hastalık anlarında gösterecekleri güzel ahlaktır.
Hastalıklar ve kazalar, müminlerin sabırlarını ve ahlaklarının güzelliğini ortaya koyacakları bir dönem ve Allah'a yakınlaşmak için çok önemli fırsatlardır. Allah Kuran'da zorluklar karşısında gösterilecek sabrın önemini anlatırken hastalık dönemini de belirtmiştir:
… Ama iyilik, Allah'a ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve muttaki olanlar da bunlardır. (Bakara Suresi, 177)
Yukarıda da belirtildiği gibi ayette hastalık döneminin de belirtilmiş olması düşündürücüdür. Fiziksel bir rahatsızlıkla karşılaşan insanın güzel ahlak göstermek için bütün bunların birer imtihan olduğunu; hastalığı da şifayı da yaratanın sadece Allah olduğunu düşünmesi gerekir. Eğer kişi hastalığındaki veya geçirdiği kazadaki hayırları ve hikmetleri düşünürse, bunları o an için göremese bile karşılaştığı zorluktan çok karlı çıkar. Dünyada geçici bir zorluk yaşar ama, Allah'ın izniyle ahirette Rabbimiz'e içten teslim olmuş olmanın sonsuz güzelliği ile mükafatlandırılmayı umut edebilir.
Ancak unutulmamalıdır ki, bu gerçeği kalben kavrayabilmek ve asıl olarak böyle bir olayla karşılaştığında güzel ahlak gösterebilmek çok önemlidir. Bunun için de bütün hastalıkların bir hikmet üzerine yaratıldığını aklından çıkarmaması gerekir. Allah dilerse insan hiçbir zaman hasta olmaz, ağrı duymaz veya acı çekmez. Ama eğer insan böyle bir zorlukla karşılaşırsa da, bilmelidir ki bu zorluğu yaşamasının, hem dünyanın geçiciliğini hem de Allah'ın sonsuz gücünü anlayabilmesi açısından pek çok hikmeti vardır.
Bu bölümde bu hikmetlerden birkaçından söz ederek, hastalık veya kaza gibi durumlarda samimi bir müminin tevekkül ve teslimiyetinin nasıl olması gerektiğine dikkat çekeceğiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder